1970 yılında iç Anadolu’nun şirin bir ilçesine bağlı bir köyde dünyaya geldi ‘’Bensiz Adam’’. Ailenin 7. çocuğu olarak gözlerini bu acımasız dünyaya açtı.
Babası ömrü boyunca çok çeşitli işlerde çalışan bir garipti. (Babasının çileli geçmişinden de yazılarımız içinde ara ara bahsedeceğim) Kendisinden büyük 3 ablası ve 3 de abisi vardı ve kendisinden sonra 3 kardeşi daha (1 erkek, 2 kız) dünyaya gelecekti.
Ailenin maddi durumu çok kötüydü. Yaşadıkları yer bir oda bir salondan oluşan samanlık tarzı üstü toprak ve her yağışta damlayan (ev denebilirse) bir evdi.
Kalabalık ailede bir başka çilekeş de doğal olarak evin annesiydi. En büyüğü 16 yaşında olan çocuk, ev işleri, hayvanların bakımı, tarla işleri, evin babası aylarca dışarıda olduğu için eli öpülesi annenin omuzlarındaydı. İşte böyle bir ortamda dünyaya getirmişti ‘’Bensiz Adam’’ı dünyaya…
‘’Bensiz Adam’’ çok zayıf dünyaya gelmişti. O kadar zayıfmış ki ‘’boynu nasıl dik durabiliyor?’’ diyormuş köydeki halk. O kadar halsiz ve bitkindi ki, annesi özel beslemek zorunda kalıyordu bu imkansızlıklar içinde. Anne nadiren eve giren tavuk ve et suyu ile besledi yıllarca ‘’Bensiz Adam’’ı…
Zayıflığın ve halsizliğin etkisinden olsa gerek sürekli ağlıyormuş kundakta iken. Bir defasında bir türlü susmadığı için ablalarından biri (oda daha 4-5 yaşlarında) bir türlü susmayan kardeşini susturmak için soba şişini sobada kızdırıp o kızgın haliyle boynuna bastırmış. Normal ağlamanın çok üstünde bir şiddetle ağladığını duyan anne, koşarak eve geldiğinde vahim duruma son anda müdahale ederek ‘’Bensiz Adam’’ın nefessiz kalarak ölmesine engel oldu. Kısa bir süre geç kalmış olsaydı kızgın şiş ‘’Bensiz Adam’’ın ölümüne ablasının da kardeş katili olmasına neden olacaktı. Neyse ki vadesi de yetmediğinden anne yetişerek tekrar bu hayatta kalmasına vesile olmuştu ‘’Bensiz Adam’’ın…
Annenin titiz beslemesi sayesinde ‘’Bensiz Adam’’ artık normal çocuk olmaya başlamıştı, aylar ve yıllar geçtikçe. 5 yaşına geldiğinde normalin de üzerinde bir kiloya ulaşmıştı artık. Bu defa biraz da oburluk başlamıştı kendisinde. O yıllarda ve dahi köylerde tandır ekmeği ve sel ekmeği dediğimiz kuru ekmek yapılırdı. O ekmekler ıslanarak sofralarda yerini alırdı. İşte o kuru ekmekleri koltuğunun altına alarak diğer eliyle de koparıp yiyerek evin bahçesinde dolaşır olmuş hep. Doğal olarakta kilo almış ve hatta tontiş hafif göbekli bir çocuk olmuştu…
Devam edecek….
Selam ve Dua ile
Nevzat ERTEKİNOĞLU
Yazar – Mali Müşavir