Merhabalar sevgili okurlarım.

Bu haftaki yazımda geçen yaz Ahlat’a yolculuğumu ve duygularımı yazacağım…

 

Evet, hemen hemen her yıl yaz aylarında Ahlat’a gitmeye çalışan biri olmama rağmen 2014 yılında iş yoğunluğum nedeniyle gidememiştim can Ahlat’ıma.  2015 yılında gitmeye, özlemimi daha fazla büyütmemeye karar verdim.

İş yaşamım boyunca en fazla 15 gün izin yapmıştım bir yılda, o da rahmetli babam Hacı Usta’nın vefatında. Bu defa 1 ay izin yapmaya karar vermiştim.

İş programımı yaptıktan sonra, Ramazan ayının son haftası Ahlat’ta olacağımız şekilde plan yaptık. Zira memlekette Ramazan’da Bayramda bir başkadır…

Neyse, gün gelip çatmıştı, önceki yıl gidemediğim özlemini duyduğum memlekete yola çıkacaktık. Bu defa daha farklı bir yolculuk yapacaktık. Önceki yıllar Van’a uçakla oradan da Ahlat’a  otobüsle geçiyorduk. Bu defa  iki araçla, abim Mehmet Ertekinoğlu, kardeşim Dr. Servet Ertekinoğlu ve aileleriyle yolculuk yapacaktık. Yolculuğa çıkmadan son zamanlarda  belimde rahatsızlık vardı ve son 1 ay fizik tedavi görmüştüm. Buna rağmen memleketime gitme heyecanı sanki hafifletiyor gibiydi acılarımı. Yolculuğumuza “Bismillah” deyip başladık. Gerçekten ailecek ve kalabalık bir şekilde yolculuk yapmak çok zevkli geçiyordu. İstediğin yerde mola vermek, istediğin zaman yola devam etmek, sevdiklerinle yolculuk etmek bir başka güzel geliyor insana…

Ahlat’a yaklaştıkça içimi anlatılamaz bir heyecan sarıyordu. Abartılımı buldunuz? Bulmayın gerçekten de öyleydi. Özelliklede Rahva’ya geldiğimizde heyecanım kat kat artmıştı. Niye bu kadar heyecanlanmıştım? Kendime bu soruyu da soruyordum bir yandan. İnsan dışarıda olunca memleket hasreti bir başka oluyor. Hem nasıl heyecanlanmayacaktım ki? Doğup büyüdüğüm yere gidiyordum. Anamı, ablamı, kız kardeşimi yeğenlerimi görecektim. İspiroğlu Aşiretindeki  akrabalarımı görecektim. Kacer Mahallesinden dayılarım İspiroğulları Ömer Doğan’ı, Musin Doğan’ı (İspiroğlu) ve ailelerini, rahmetli dayım Mustafa Doğan’ın çocuklarını, Harabe Şehirden teyzemin eşi Hafızın Fevzi Dolan’ı ve çocuklarını, teyzemin eşi Necip İnalkaç’ı teyzemi ve çocuklarını, eniştem Cevdet Hakverdioğlu’nu teyzemi, daha bir çok ismini yazamadığım akrabalarımı, hala çocukları Musa, İsa, Halit Gül ve ailelerini görecektim.

Saka (Veştong) Köyümü, azda kalsa köydeki ve Ahlat’taki Ata dostu ve baba yadigarlarını görecektim. Ellerini öpüp dualarını alacaktım. Yine köyümdeki komşularımı, çocukluk arkadaşlarımı görecektim. Ahlat’taki tanıdıkları kısacası hemşerilerimi görecektim.

Köyümdeki doğup büyüdüğüm evimi, okuduğum köydeki ilkokulumu, 3 yılımı geçirdiğim ve her yanı hatıralarla dolu Yatılı okulumu görecektim.  Bu heyecanlanma sebepleri uzar da uzar...

Tatvan’ı geçtiğimizde o muhteşem rengi ile Yaradan’ın memleketimize armağan ettiği, çocukluğumuzda sürekli yüzdüğümüz bu nedenle saçlarımızı ve yüzümüzü çur  renge boyayan Van Denizi’ni gördüğümdeki hislerimi anlatmakta kelimeler yetersiz kalır inanın…

Ve nihayet Kantar göründü, Saka Köyümüz göründü, Garmuç, Yamlar ve o muhteşem çekiciliği ile  Ahlat göründü. Çubuklu’yu çıkarken ve Yukarı Çarşı’nın içinden geçerken sanki yıllardır gelmemiş gibiydim Ahlat’ıma… Gerçekten o duyguları kelimelere dökmem imkansız…

İlk olarak TOKİ’ye çıktık… Heyecan dolu yolculuğumuz bitmişti böylece….

 

Gelecek hafta AHLAT’ta geçirdiğim günleri kelimelere dökmeye çalışacağım…

 

“Teyzelerim halalarım, dayılarım amcalarım 
Konu komşu can dostlarım, Ahlat seni çok özledim” (Ahmet Alptekin)
 

 

Sevgiyle kalın….