Çocukluğumu hatırladım buruk duygularla. Buruk diyorum zira köyümü (Saka Köyü) ve köyümdeki çocukluğumu özlüyorum her daim. Zorluklar ve yokluklar içinde de olsa çok güzel günlerdi o günler.
Dostlukların, komşulukların ve arkadaşlıkların içten ve samimi olduğu günlerdi o günler. Ben değil biz kavramının yaşandığı günlerdi o günler. Banka, kredi ve kredi kartının olmadığı günlerdi o günler. Gerekte yoktu zaten bunlara. Çok iyi hatırlıyorum, parası kalmayan hiç çekinmeden diğer komşusundan, senetsiz sepetsiz borç istendiği, hemen hemen hiçbirinde de boş dönülmediği günlerdi o günler. Sözün senet olduğu günlerdi o günler.
Rahmetli babam Hacı Usta (Mekanı cennet olsun tüm ölmüşlerle birlikte), kamyon şoförüydü. Bilenler bilir, kendi kamyonumuz vardı ve ağırlıklı olarak İran ve Irak’a nakliye işiyle iştigal ederdi. Hatırlıyorum da bazen eve gelişi 2-3 ayı bulurdu. Zaten genellikle de evde durmaz sürekli helal rızkının peşine düşerdi. Kolay değildi Tabi 8 çocuğu büyütmek. İşte babamız rızkımızın peşinde koşarken, ailenin asıl yükü bir tanecik annemin üzerindeydi. Düşünsenize, 8 çocuk, ev işleri, bağ bahçe işleri, hayvancılık işleri….
Şimdi aklım başıma geldiğinde ve çevremizdeki yeni nesil anneleri gördüğümde, bizim annelerimizin değerinin kat kat daha fazla olduğunu daha iyi kavrıyorum. Sabah ezanıyla uykudan uyanır gece yatsı namazından sonra anca dinlenebilirlerdi. Sabah namazı sonrası, hayvanları yemleme, sonrasında ev ve bizim oranın deyimiyle “kapı işleri”, kahvaltı hazırlama… Sonrasında küreği omuzlayıp doğru bağ bostanın yolunu tutma…
O sıcaklarda, ark, sulama, çapa vb. tüm bostan işleri… Üflemeden püflemeden, sitem etmeden, şükür ederek ve sadıkane çırpınarak yaparlardı tüm işleri.
Evet düşünsenize evlerde su yok, birkaç kişinin kapısında su kuyusu vardı ve o kuyulardan bidonlarla her Allah’ın her günü su taşımalar. Evlerde elektrik yok, dolayısıyla elektrikli cihazlarda yok. Yeri geldiğinde elektrik süpürgesi, yeri geldiğinde çamaşır makinası, yeri geldiğinde mutfak robotuydu bizim annelerimiz.
Kış ayları geldiğinde, çileleri kat kat artardı annelerimizin. Deyim yerindeyse dam boyunda karların içinde aynı mücadelelerini devam ettirirlerdi. Evler sobalı olduğu için sadece bir oda sıcak diğer odalar buz gibi. Birde buz gibi su ile bulaşık yıkamalar. Hazır ekmek yok, hamur yapmalar, Tandırda ve selde haftalarca yetecek kadar ekmek yapmalar...
Köyün yolları haftalarca kapalı kaldığından, kısıtlı imkanlarla evlerini idare etmeye çalışırlardı annelerimiz.
Bir çoğunuzun işte bizim annelerimizde böyle/böyleydi dediğinizi duyar gibiyim. Evet, yokluk ve zorluk içinde bir yuvayı var eden, ayakta tutan, her yere ve her şeye yetişendir annelerimiz. Şimdi tüm imkanları olduğu halde şükretmeyi bilmeyen, sitem eden annelere de ithaf etmiş olayım biraz.
Bu annelerin ellerini değil ayaklarının altını öpsek, yollarına paspas olsak, bir dediklerini iki etmesek bile azdır inanın. Dinimizin emrettiği gibi, “İçimizden dahi olsa üf bile demememiz” gereken hayatımızın anlamlarıdır annelerimiz. Daha kitaplarca dolu şeyler yazılabilir aslında annelerimiz için..
Vel hasıl, tüm annelerimizin ve anne adaylarının gününü kutluyor, ahirete göç eden annelerimizin de mekanının cennet olmasını niyaz ediyorum.
Selam ve dua ile…