Bir gün kümeslerinde otururken, gökyüzünden hızla heybetli bir kuş geçti. Kendini tavuk sanan kartal annesine dönüp sordu:
-- Anne bu ne?
-- O bir kartal yavrum. Kuşların en heybetlisidir.
-- Ben de onun gibi uçabilir miyim dersin anne?
-- Hayır, yavrum, sen bir tavuksun. Senden önce pek çok kişi denedi ama başaramadı. Bu yüzden sonunda hayal kırıklığı yaşayacağın bir hayalin peşinden gitme, kendini üzme.
Kendini tavuk sanan kartal, annesinin söylediklerini çok fazla sorgulamadan kabul etti. Hâlâ içinden gelen ses, aslında onun da uçabileceğini söylemesine rağmen, fazla üstüne gitmedi ve hiç ama hiç uçmayı denemedi. Bir kartal olarak doğdu ama bir tavuk olarak hayatını geçirip ve bir tavuk olarak öldü.
Evet, maalesef bu ülkenin çocukları, işte tam da bu hikâyede anlatıldığı gibi yetiştiriliyor.
Dolayısıyla bir insanın en büyük zaferi, kendisini keşfetmesidir.
Bu zafer, kişinin kendi içindeki mucidi ve cevheri zamanında ortaya çıkartması dolaysısıyla kendisini büsbütün tanımasıdır.
Çünkü her insan, “uçmak” ve zafere ulaşması için mutlaka bir potansiyele sahip.
Ancak her insanın ayağına bağlanmış ve uçmasını engelleyen kalın bir zincir vardır.
Maalesef bu zincirin bağlanmasında başat rol alan, daha çok anne-baba, öğretmenler ve eğitim sistemidir.
Anne-babalar ve öğretmenler, farkında ya da farkında olmadan çocukların zihninde ve bilinçaltlarında psikolojik duvarlar örerek derin tahribatlar oluşturmaktalar.
Düşünün, daha çocukluk evresinde, inek, öküz, hayvan, pislik, iğrenç veya deli, geri zekalı, aptal, ahmak, salak ve işe yaramaz gibi telkinlere maruz kalan dolayısıyla “hiçleştirilen” bir bireyin kendisi olması ve kendisinde var olan yetenekleri ortaya çıkartması ne kadar mümkün olabilir ki?…
Bu nihilist yaklaşım tarzında, bireye gerekli değeri vermeme olduğu gibi, bireyde mevcut yeteneklerin yok edilmesine ve bireyin özgüvenini yitirmesine de zemin hazırlar.
Dahası, geçmişten bugüne bu ülkenin eğitim sistemi, adeta öğrencileri tavuklaştıran bir “anlayışa”, bir “öze” ve bir “yapıya” sahiptir. Yani eğitim sistemi, bir yönü ile bireyi kendi “özünden” koparmakta, bir yönü ile de bireyin, “öz yeteneklerini” keşfetmesini maalesef sağlamamaktadır.
Kısacası eğitim sistemi, bireyin bütünü ile kendisini tanıması konusunda çok yetersizdir.
Bu yetersizlik, hem fiziki alt yapı yetersizliğidir, hem de özellikle eğitim sisteminin ahlaki, insani ve pedagojik özden uzak olmasındandır. Yani “iyi insan” yetiştiremediğimiz gibi, çocuklarda varolan yeteneklerin hayat bulmasına da olanak vermiyoruz.
Nitekim yaşadığımız toplumda keşfedilmemiş nice cevherler var.
Dahası özgüven aşılanmamış ve hatta dışlanmış, ezilmiş, ilgiden ve sevgiden yoksun bırakılmış, başarı duygusu hiç okşanmamış, aklı-zekâsı ile dalga geçilmiş, küçümsenmiş ve yetenekleri baltalanmış, hiçbir şekilde ve hiçbir zaman takdir edilmemiş, adam yerine koyulmamış ve sırtına binilmiş bir yığın insan var.
Dolayısıyla yok sayılmış ve öldürülmüş sayısızca yetenek var. Daha doğrusu nice kartal maalesef tavuk gibi yetiştirilmiş ve yetiştiriliyor.
Unutmayın ki, bu tavuklaştırma süreci, daha çocukluk evresinde işlenmeye başlanıyor.
Nitekim kişi, yaşadığı çevrenin ürünüdür.
Dolayısıyla bireyin, her yönü ile kendisini tanıması hususunda ailenin, sokağın ve okulun bir “tutarlığa” ve bir “bütünlüğe” sahip olmalıdır.
Ayrıca eğitim sistemi, bireylerin yeteneklerini keşfetmeleri ile ilgili maalesef herhangi bir beceri testi uygulama niteliğine ve özelliğine sahip değildir.
Yani eğitim sistemi, öğrencileri yeteneklerine göre yönlendirme de yetersiz kalmaktadır.
İşte bu yüzden bir insanın yetiştiği aile, büyüdüğü sokak ve gittiği okul dolayısıyla eğitildiği eğitim sistemi, o insan için çok hayati önem taşımaktadır.
Evet, kısacası bireylerin tavuklaştırıldığı bir zeminde ve bir eğitim sisteminde, bir insanın en büyük zaferi, kendisini bütünü ile keşfetmesidir.