Sonra kendi kendine: “Oh be kurtuldum, dünyanın en iyi coğrafya profesörünü bile getirsen bu haritayı akşama kadar düzeltemez” dedi.
Aradan 10 dakika bile geçmeden çocuk, babasının yanına koşarak gelip dedi ki:
– Baba haritayı düzelttim; artık parka gidebiliriz. Adam önce inanamadı ve görmek istedi. Gördüğünde de hayretler içinde kaldı ve bunu nasıl yaptığını sordu. Çocuk şöyle cevap verdi:
“Baba, bana verdiğin haritanın arkasında bir insan resmi vardı. İnsanı düzelttiğim zaman, bütün dünya düzeldi…”
Evet, insanların olduğu her yerde sorun olduğu ya da halk arasında sık sık söylenen “insanları tanıdıkça hayvanları sevmeye başladım” sözünü hepiniz duymuşsunuzdur. Hatta “dünyadaki en vahşi hayvan insandır” tespitleri yapılıp durulur.
Nitekim gittiği yeri huzursuz etmeyi, marifet bilen sayısız insan mevcut. Dahası adeta su misali girdiği kabın şeklini alan ve bukalemun gibi renkten renge bürünen bir yığın insan var.
Ve maalesef tilkice insanları kandıran, dolandıran ve mağdur edenler, günümüzde “çok uyanık” olarak takdim ve takdir edilmektedirler.
Dolayısıyla uyanıklığın bir övgüye dönüştüğü bu toplumda, elbette mağdur edilen ve kandırılan insan sayısının hadi hesabı yok. Zira uyanıklığın destek ve taraftar bulduğu, dolayısıyla takdir edildiği bir toplumda adeta bir “kurnazlık” yarışıdır gidiyor. Daha doğrusu ne hazindir ki, “üçkâğıtçılık” toplum nezdinde meşrulaştırılıyor böylece.
Düşünsenize, insanların birbirlerini kandırma yarışına girdiği bir dünyada yaşıyoruz.
Oysa “kurnazlıkla” insanları kandıranların, “dolandırıcı”, “sahtekâr” veya “üçkâğıtçı” dışında bir sıfatları zinhar olmamalıdır.
Ama ne yazık ki, bu gibi insanlara bu sıfatları uygun görme yerine, bilakis uyanıklık yapanları baş tacı ederek türemelerine zemin hazırlıyoruz.
Ayrıca ne İslami ne de insani olmayan bu durum, toplumda hoş ve makbul görülmesi ziyadesiyle ironiktir.
İşte hepimizin etrafında, iş hayatında, çevresinde bulunduğu her yerde sayısız “kurnaz” dolayısıyla “üçkâğıtçı” insanlar var.
Realist ve rasyonel olmak gerekirse, bu “kurnazlık” kuşatmasından kurtuluşun tek yolu, herkesin kendini yoklamasıdır. Çünkü biz, kendimizi bütün durumlarda değişmesi gerekenler, hep karşımızdakiler olduğuna inandırmışız. Yani kendimiz dışında herkesin “değişmesi” gerektiğine inanıyoruz.
Kendimiz dışında herkesin değişmesini istemek, o bilinen deyimle “burnundan kıl aldırmamak” demektir.
Oysa esas değişmesi gereken biziz. Ya da evvela “burnundan kıl aldırması” gereken biziz.
Ama maalesef hiçbirimiz esas değişmeyi kendimizde başlatmıyoruz. Daha doğrusu mezkûr hikâyede anlatılan o kurnaz, o yanlış, o sahtekâr ve o üçkâğıtçı kısacası, “o düzelmesi gereken insanı,” hep başkaları olarak gördük.
Kaldı ki herkesi tek tek değiştirmek mümkün olmadığına göre, bu değişimin ancak kendimizden başlatmakla mümkün ve daha rasyonel olduğunu görmüyoruz, görmek istemiyoruz.
Hani o büyük aynalarda “kıyafetlerini düzelt” diye yazılırdı ya… İşte tıpkı aynaya bakarken üstümüzü başımızı nasıl özenle ve dikkatle düzeltiyorsak, bu düzeltmeyi davranışlarımız ve yanlışlarımız için de yapmalıyız.
Nitekim “en büyük hata, insanın kendisini hatasız zannetmesidir” der, Üstat Bediüzzaman. (Tarihçe-i Hayat)
Hatta “hayatta en acıklı şey, bir insanın problemin kendisinden kaynaklandığını görememesidir,” der Carl Gustav Jung.
Dahası, “dünyanın değişmesini istiyorsanız, kendinizden başlayın,” der Sokrates.
Ayrıca kurnazlık, dolandırılıcılık vb. durumların dışında insanlara yerli yersiz öfke, kin ve nefret etme yerine, yani “nefret dili” kullanmak yerine “sevgi dili” işlenirse, sorun olarak gördüğümüz birçok insanın, sorun olmadığına tanıklık edeceksiniz. Unutmayın ki, nefret kine, sevgi muhabbete meyil eder.
Son olarak “herkes, kendi evinin önünü süpürürse yaşadığı sokak tertemiz olur.” Yaşadığı sokak temiz olursa, yaşadığı mahalle temiz olur; yaşadığı mahalle temiz olursa yaşadığı şehir temiz olur... Böylece bütün şehirler temiz olursa…. Bütün dünya tertemiz olur.
Kısacası herkes, bir başkasını düzeltmekten vazgeçip kendisini düzeltmeye başlarsa, emin olun ki, bütün dünya düzelir.
Bütün herkesin huzurla yaşadığı bir dünyanın olması dileğiyle…