Muammer Amcanın eşi telefon açmış ve hastaneye neden geç kaldığını soruyordu. Oda eve hiç tanımadığı bir ailenin geldiğini ve birazdan çıkıp oraya geleceğinin söylüyordu. Verdiği cevaplardan teyzemizin buna pek inanmadığı anlaşılıyordu.
“Hastaneye gideceksen, seni bekletmeyelim ve hatta mahsuru yoksa bizde seninle gelelim, hem geçmiş olsun der hem de teyzemizin de elini öpmüş oluruz” dedim Muammer amcaya. Bu teklifime çok sevindi ve “Tabi neden olmasın, hatta iyi olur” dedi. Hanım hemen mutfaktaki bulaşıkları yıkadı. Muammer amca; “Beni takip edersiniz” dedi. Vakit kaybeden evden çıktık. Muammer amca kendi aracına bindi bizde kendi aracımıza. Önce köyü kısaca arabayla dolaştık ve ardından hastanenin yolunu tuttuk. Oturdukları belde ile Reşadiye ilçesinin arası araçla yaklaşık 10 dakika sürmüştü. Reşadiye’nin caddelerinden geçerken, daha önce hiç gelmediğimiz bu şirin ilçeyi seyrederek hastaneye vardık. Böyle küçük bir yer için gayet büyük ve lüks bir hastaneydi (Allah devletimizi var etsin).
Araçlarımızı park edip, hastanenin ikinci katına çıktık. Teyzemin odasına gittik. Odada teyzeden başka iki bayan hasta daha vardı. İçeri girer girmez teyze hemen doğruldu ve ayağa kalktı. Yüzünde inanılmaz bir şaşkınlık vardı. Önce hanım sonra ben ellerinden öptük. Teyze, şeker hastasıymış ve yaklaşık 10 gündür hastanede yatıyormuş. Ayak parmakları çok kötü durumdaydı (Rabbim şifalar versin). Şaşkınlığını üzerinden attıktan sonra başladık muhabbete. Biz konuştukça diğer iki teyze hayretler içinde bizi dinliyorlardı. Biz tüm olanları anlattıktan sonra teyzemin yüzündeki mutluluk görülmeye değerdi. Bir daha uğrayacağımıza ve kendilerinin de İstanbul’a geldiklerinde bize uğrayacaklarına dair sözleştik. Veda vakti geldiğinde, teyze öyle içten ve öyle samimi sarıldı ki bizlere duygulanmamak mümkün değildi. Biz ayrılırken o ayağıyla arkamızdan gelmek istedi ancak müsaade etmedik. Ama ne yazık ki gözyaşlarına ve ağlamasına da mani olamadık. Hastaneden ayrılırken Muammer amca arabaya kadar bizi yolcu etti. Reşadiye’nin içinden geçerken birkaç resim almayı da ihmal etmedim.
Yolculuğumuz devam ediyordu. Sivas il sınırından geçtikten sonra bir şey dikkatimi çekti. Neredeyse her 5 kilometrede bir yol kenarlarında kocaman semaverler ile çay satışı yapılıyordu ve birinde durduk. Çay siparişlerimizi verdikten sonra başladık muhabbete… Burası Sivas’ın Suşehri ilçesiymiş. 50 yaşlarında Karı-Koca birde oğulları satış yapıyorlardı. Öyle içten öyle samimiydi ki muhabbetleri… Allah’ına kurban Anadolu insanının. Abi arabamdaki Mercek Haber Basın kartını görünce, Ne olur şu devletin teşviklerini köşenize taşıyın dedi. Ne yazmamızı istiyorsun dediğimde; “Devlet teşvikleri Tarla sahiplerine veriyor, oysa tarlayı eken ve destek alması gereken bizleriz” dedi. Bana gör ede haklıydı. Zira emek veren ve tarla ekip mahsul üreten onlardı. Bende bu konuda biraz araştırma yaptıktan sonra bu konuyu köşeme alacağıma söz verdim, ve ayrıldık yanlarından.
Yola devam ediyorduk. Erzurum’da çalışan dayım oğlu İbrahim Doğan’a uğramak için bu yolu seçmiştik ve ilk defa geçiyorduk bu yollardan. En büyük dezavantajı, Bu yolların çok virajlı olmasıydı diğer yola göre. Derken Erzurum’a geldik. Dayı oğlu İbrahim, bir ay önce evlenmiş ve biz işlerimiz dolayısıyla Ahlat’ımızın Kacer Mahallesindeki düğününe gelememiştik. Bu nedenle uğrayıp gönlünü alalım ve hayırlı olsun dileklerimizi birinci ağızdan iletelim istedik. Sağ olsun bizi çok güzel ağırladı. Allah eşiyle bir ömür boyu mutlu ve huzurlu yaşam ihsan eylesin.4
Devamı haftaya..
Selam ve Dua ile..